Olağanüstü olaylara meyilli bir yapımız var. Uçanı kaçanı, olayları abartmayı severiz. Hemen bir haber gelmeyedursun bize, dağ ederiz. Severiz de bu huyumuzu, neden bilinmez. Çok mu meraklıyız atana kaçana, biz değil miyiz olayı niteleyen insanı eleştiren, biz onlardan farklı mıyız yoksa?
Olağan ne ki abartmaktan kaçıyoruz da olağanüstü olunca
değişiyor. Olay ne ki, olayı farklı kılan ne ki. Ya da hangi sebep ola olayları
bizde olağan ya da olağanüstü kılan, herkes kendisini görmez mi olay karşısında,
o neyse olay o değil midir? Herkes
yaşamından yolla farklı algılamaz mı olayları peki, neden olağan veya
olağanüstü diye nitelendirdiğimiz iki sözcük var? Olağan olan olağan görür
unutma! Bir abartma yok ortada. Abartma o ki farkında değil olaydan (Olağandan).
Günün anlamı da herkes için aynı mı, herkes günü aynı mı
görür, dokunur, hisseder? Bir takım insanlar günlerini çalışarak geçirirken
(belki de hayatlarını, kendilerini tanımamak için başvurdukları bir yöntemdir
aslında, bilinir mi?) bir takım insanlar ise hayatı, kendisini tanımlama
gayretine girer. Olağanüstülük bu mu yoksa? Herkesten farklı olmak mı? Herkesle
aynı günü yaşamak mı? Buna mı
olağanüstülük diyoruz, bunu mu abartıyoruz?
Yalnızlık mı demeli yoksa, bu düşüncelere girmiş olan
insanların duygu seline. Başıboş gezmeyi de eklemeli miyiz? Demeli miyiz, “Başı
boş geziyorlar!” ne kadar safça. Halbuki tanımaya girişmemeli miyiz kendimizi,
bir hesaba çekmemeli miyiz. Ben kimim,
Neden buradayım, Neden böyleyim sorularını
sormamalı mıyız. Olağan mı olalım. Hem dağın altında bir gün bahar gelir, çiçeklerini
açar düşüncesinde üşüyen bir ağaç mı olalım? Ya varacağımız yer bir soba olsa!
Baharlar gelmez artık.
Tanrı değil mi sorgulamayı öğreten? Kendimizi bilmeye teşvik
eden o değil mi, bizi biz yapan onun kuralları değil mi? Neden peki bozmaya
çalışıyoruz onun yasalarını, buna hakkımız var mı? Onun yasalarını yok saymaya
başladığımız günden bugüne değil mi kendimizi tanıyamıyoruz!?
Olağan ya da olağanüstünü karıştırıyoruz. Olağan olmak olağanüstünü yaratmak mı,
dağ mı olmak?
Peki kendimizi, hayatımızı, hayatımızı adadığımız olguları
bulmak aşk değil mi, aşk bu yaşadığımız evrenin en güzel olayı değil mi?
Abarttık mı yoksa, abartmayı sevdiğimizden onu da mı abarttık? Aşk abartılana
yaraşır olmaktır. Aşkın reçetesi de aşkın sahibinin sözlerinden geçer. Boş ver
sen olayları. Abartana ne bakıyorsun. Belli ki imreniyor sana, yaşadıklarına.
Belli ki sen olma gayretidir. Aşk uğruna savaşmalı mı, yoksa kaçmalı mı. Yunus
değil midir, aşkı anlamayanı terk eden? Ne idi ki onun suçu, anlamıyorsa
sorumlusu o mu olmalıydı? Olmalıydı,
aşkı öğretmenin en güzel yolu ona aşkın yolunu yani abartılanı, olağansızlığı
göstermektir. Yunus ol davana, aşkı yaşat uğruna…
Abartmak bir ölçümüdür. Bak ne demiş, MİCHEL DE MONTAİGNE:
“İnsan elinde ne illet var ki dokunduğunu değiştiriyor.” Dokundu mu abartmayan,
aşka; peki dokundu mu aşkı abartan…
Bilinmez…
Bilinmemeli belki de. Çünkü teraziye güvenir her zaman aşkı
olan. Değişmemeli.
Baki muhabbetle…
YAZAN
MUAZ ÖZATAK
0 Yorumlar